4 Eylül 2010 Cumartesi

Hüzün ki en ziyade yakışandır bize..


HÜZÜN

Hüzün, bir hazin kelime ayrılık gibi, hicran gibi; ama mutluluk gibi de.. Bazen bir gözde görürüz onu, bazen bir yüzde bazen bulutlarla gelir, bazen lodoslarla..

Hüzün tarih olur, Bağdat ufuklarını Osmanlı tuğları misali bekleyen hurma fidanlarıyla; Tuna boylarını hatem yakutları gibi süsleyen kaleler ve burçlarla gelir yedi yüz yıllık hafızamıza..

Elhamra avlusunda derin uykulara dalmış mağrib güneşi olur kah; kah Kudüs gecelerinde savrulan Selahaddin rüyaları..

Aziz-i vakt idik a da zelil kıldı bizi..

Hüzün gözyaşı olur, bazen bir eylül bulutundan dökülüp dilemmalarımıza karışır; bazen bir Kanuni mersiyesinden akıp güneşlerimizi buharlaştırır.. paramparça olmuş kutsal kitapların mürekkeplerini dağıtır bazen, bazen kandil gecelerinin pişmanlıklarına dökülür yüreklerimizden..

Kimi zaman bir bayram sevincinin ardına gizlenen yetimin gözünde acı; kimi vakit fersudeleşmeye yüz tutmuş gülün yaprağında kırağı sıfatında belli eder kendini..

Hurşide baksa gözleri halkın dolagelir..

Hüzün söz olur, yarı yollarda bırakılmış yeminlerin ve vaadlerin pençesinden yüz gösterir kimi, kimi bir elyazmasının derkenarına yazılır bir ayrılık türküsü niyetine.. Bir mücelled güldeste olur yazılsa tüm hüzün sözleri ve binbir geceyi dolduran tutilerin dilinde şeker niyetine çiğnene çiğnene tutar şöhreti alemleri..

Sabahların kokusuna karışan bir pişmanlığın terennümüdür bazan ve bazan da gecelerin korkusunu damıtan bir şarkının dizesi..

Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkıt ne bilir..

Hüzün mevsim olur, böler bir uykuyu bazen; bazen bir paranteze alır acıları Güz mü, eylül mü bilinmez; ortası mı sonu mu anlaşılmaz anın.. Şakaklarına düşen benek benek karlar mı densin yılların gölgesini taşıyan, başında gül rengi bulutlardan.. Lahuri tüller mi olsun Hicaz şarkılarında bestelenen?! Hüzün karanlıktır, yalnızlıktır, korkudur.. Ve hüzün bazan en büyük umutlara gebedir..

Bir mevsim-i hazanına geldik ki alemin..

Hüzün renk olur, son dalın son yaprağında sararırken yakar içimizi; son fırtınanın son dalgasında köpürürken kanatır yüreğimizi.. Mavi gecelerin ve kurşuni bulutların örtüsüdür hüzün.. Hatırlamanın mestliğinde eflatuni bir ırmağın hasret yarasıdır, gül gül olup açan ateşin kederlerin masum çiçeğidir.. Sahilde bir gurubdur o, ufukta bir şafak.. Perde perde solan hayatımız..

Gül ateş, gülbün ateş, gülşen ateş, caybar ateş..

Hüzün sevda olur, hayalini getirir annelerin, yavruların ve süveydaya durup melankolisini yaşatır sevenlerin, sevgilerin.. Fuzuli lerin Galib lerin kinayeleri ve tevriyeleri onun üstüne yazılır, bülbüllerin kumruların şeyda tenasüpleri ve mecazları ona dillendirilir.. Umman gemicilerinin ufuklarında deniz feneridir hüzün, semavat müneccimlerinin kadrlerinde Ayyuk..

Mahabbet bir bela şeydir giriftar olmayan bilmez..

Hüzün alışkanlık olur, acıların yol dönemecinde azığını kuzgunlara kaptıran gönüllerin ömre süren Selva sıyla tartılır.. Yüzbin yıl sonra yeşerecek tohumlar için saklayıp suyu, vahalardan kurumuş dudaklarla geçer delikanlıca.. Mermer beyazında ayetlere teslim olmuş bir buhur-ı Meryem in nazenin tebessümüne Namus-ı ekber vasıtasıyla gelen nefestir o..

Hazan ki durmadan evrakı su-be-su dökülür..

Hüzün, Kureyş te Süheyb-i Rumi; Yemen de rahip Bahira, Konstantinepol de Ulubatlı Hasan olmaktır
Hüzün, mazlumlar adına bir saman çöpüyle devleri yere sermektir
Hüzün, Şeyh Şamil toprağında alnından vurulan bir çocuktur
Hüzün, harflere sığmayan bir nimet-i İlahi dir
Hüzün, her hale şükretmenin diğer adıdır
Hüzün, seyerandır maverada
Hüzün, özleyiştir
Hüzün ki en ziyade yakışandır bize..

İskender PALA

20 Temmuz 2010 Salı

Seni düşünürken..


Çakıl Taşı


Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açilir ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar
Seni düşünürken

Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
Deliler gibi dönmeğe başlar
Döndükçe yumak yumak çözülür
Çözüldükçe ufalır küçülür
Çekirdeği henüz süt bağlamış
Masmavi bir erik kesilir ağzimda
Dokundukça yanar dudaklarım

Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde


Bedri Rahmi Eyüboğlu



19 Temmuz 2010 Pazartesi

AŞK..


AŞK


UYUMADAN ÖNCEKİ SON ŞEY,


UYANDIĞIN ZAMANKİ İLK ŞEYDİR..
. . .

18 Temmuz 2010 Pazar
























BİR ADIN KALMALI

bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet

sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet nisyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam

dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç..



AHMET HAMDİ TANPINAR

4 Temmuz 2010 Pazar

AKLINA MAĞLUP OLMUŞ BİRİ




Aşk ile akıl arasında birbirini reddeden geçimsiz bir ilişki mevcuttur. Aşkı tanımlayanlardan bazıları onu “akıldan kurtulmak” olarak düşünmüşlerdir. Peki o halde, insan akıldan sıyrıldığında deli mi olur?

Fuzuli Kabe’ye gidip akıllanmak üzere yalvarması istenen Mecnun’a, bu isteğin tam tersine,

Endîşe-i akldan cüdâ kıl
Aşk ile hemîşe âşinâ kıl.

dedirtir.

Bugün, “Akıl endişesinden (akıllı olma kaygısından) kurtar beni de aşk ile içli dışlı eyle Allah’ım!” şeklinde dillendirebileceğimiz bu beyitte hazret-i üstad akıl ile aşkı karşı karşıya getiriyor ve aklın asıl karşıtı olan deliliği bunun dışında tutuyor. Medeniyet birikimimiz içinde Mecnun adının önlerde bir yerde bulunması, aşka giriftar olan gençlerin kendilerini Mecnun ile özdeşleştirmeleri veya ona benzediklerini ifadelendirmeleri, aşk yüzünden akla uygun davranmayan insanların tedavi edilmesi gereken hastalar olarak algılanması, insanın duygularına hakim iken sevgiye, duyguların insana hakim olmasının ise aşka kapı aralaması gibi düşünceler aşkı delilikle örtüştürmüş ve aşk-akıl ilişkisini olumsuzlamıştır. Eski kitaplarda bununla alakalı pek çok bahis, bâb, bölüm bulabiliriz. Sözgelimi Tük nesrinin ustalarından ve secili anlatımın babası sayılan Sinan Paşa, Tazarruname adlı ünlü eserinde aşağı yukarı şöyle der:

“Kim ki aşk kadehiyle kendinden geçer ve cânı cânân ile dolar; artık akıl ikisi arasına giremez, düşünce ve tedbir o semte uğramaz. Akıl bilgeliğin vasıtasıdır; aşk ise gönüldeki yakınlığın. Akıl bir renktir ki onda gizem kokusu bulunmaz; aşk bir kokudur ki onda renkten eser bulunmaz. Akıl, bilgelik adlı bir değirmen taşıdır ki öğütmeye tuzu yok; aşk bir hakikat tuzudur ki öğütmeye taşı yok. Akıl bir kuştur ki heva (heves) üzerinde; aşk bir hevadır ki kuş içinde. Kuş havada gezinip etrafı gözetler; heva kuşta avarelik içinde kalır.akıl işinin çözümü dedikodu (falanca şöyle diyor, filanca böyle yazıyor gibi dipnotlar) ile olur, aşk derdi se bu yolla asla bilinmez (gönülde tecelli eder). Akıl işleri dayanaksız (dipnotsuz, delilsiz) olmaz; aşk hadiseleri ise isnat ve dipnot kabul etmez. (yazar bu son cümlede, aşk üzerine söylenmiş hadislerin de, ünlü hadis külliyatı Müsned’de yer almayacak derecede uydurma olduğunu da ima ediyor.)

Görüldüğü gibi Sinan Paşa aşk işini akıl ile telif etmemek gerektiğini söylüyor. Ama bu satırlara bakarak aşkın bir delilik veya akılsızlık olduğunu da iddia etmek, pekâlâ yanlış olur.

Bize göre aşk bir gönül işidir, ama aklın haricinde de değerlendirilmemelidir. Evet hiçbir kitap onu akıllılık olarak anlatmıyor; ama bu mutlaka delilik demek de değildir. O halde aşk, akıldan sıyrılmakla yürünecek bir yoldur ki ucu aydınlığa ve nur ülkesine çıkar. Bu durumda “delidir, ne yapsa yeridir” cümlesindeki deli yerine “âşık” kelimesini koymak yanlış olmayacak; belki delinin sorumluluktan ve tekliften âzâde olması kuralı â şık için de geçerli olacaktır. Nitekim Ebu’l Kasım Neysaburi’nin “Akıllı Deliler” adlı kitabında Mecnun’un adı anılır ve akıllılık halleri anlatılır.

- Mecnun deli değildi. Onda en-Nümeyri’nin deliliği gibi bir çeşit delilik vardı. O büyük şairlerden sayılır ve dr ki:

“Toplumda ve tenhada, gece ve gündüz yirmi sene insanların ilahına dua ettim. Leyla’nın da benim gibi aşk çekmesi için; benim halimi anlaması veya bana acıması için. Allah dualarımı kabul etmedi; benim aşkımı geçen de olmadı. Ama beni mahveden sevgi hep artırıldı.

Ya Rabbi!... Beni ona sevdir veya bana onunla şifa ver. Yahut da kalbimin çektiği çileden dinlendirileyim.

Bu beyitler bir delinin söyleyeceği türden değil, belki aklı ziyade olan birinin dilinden dökülme sözler kabilinden olmalı değil midir, sizce?

(İskender Pala, Kırk Ambar, s. 20)

1 Temmuz 2010 Perşembe

Aşk..



Aşk, cefâ görmekle azalmayan,


iyilik görmekle de artmayan


bir haddini bilme halidir..
. . .

30 Haziran 2010 Çarşamba

EY SEVGİLİ

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim

Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli

Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atin son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kus tüyünden
Ve kus sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünüm benim

Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs’ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikârsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Yıllar geçti sapan ölümsüz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanip hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan essiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Simdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Dağların yıkılısını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Günesin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı su anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünüm benim

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Ask celladından ne çıkar mademki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adli bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili

SEZAİ KARAKOÇ